29 Mayıs 2014 Perşembe

Vitaminler

Vitaminler, sağlıklı yaşamın vazgeçilmez bir parçası olan organik bileşiklerdir. Vitamin, Latince yaşam anlamına gelen “vita” sözcüğünden kaynaklanır. Vitaminler yağda ve suda eriyenler olarak iki gruba ayrılır .
Yağda eriyen Vitaminler: A, D, E ve K vitaminleridir .
Yağda Erimeyen Vitaminler: B grubu vitaminler ile C vitaminidir.
Fazla yutma kanser olursunKafasına göre, güne bir avuç vitaminle başlayanlar dikkat!
Bilinçsizce kullanılan vitamin metabolizmayı çökertiyor. En basitinden saç dökülmesi ve böbrek taşına yol açan aşırı dozda vitamin alımı çeşitli kanser türlerine davetiye çıkarıyor
Enerji versin, kilo gitsin, bağışıklık sistemi güçlensin diye avuç avuç alınan vitamin haplarının fazlası vücudu harap ediyor. A, B, C ve D vitamini almak eğer ihtiyacınız yoksa size yarar değil, zarar veriyor.
Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) herhangi bir besin desteği kullanmadan önce, mutlaka doktordan görüş alınması gerektiğini vurguluyor. Çünkü, bu vitaminlerin bir çoğunda güçlü biyolojik aktivite gösterebilecek içeriklerin olabileceği belirtiliyor.
Anadolu Sağlık Merkezi’nden Beslenme ve Diyet Uzmanı Çağatay Demir, vitamin kullanımında şu uyarılarda bulunuyor:
Hastalıktan Korumaz
Vitaminlerin hastalıklardan korunmada, hastalıkların tanısının konulmasında, tedavisinde ve bazı hastalıkların çeşitli etkilerini azaltmak için kullanımı amaçlanmamalıdır. Vitamin, ‘aşı değildir. Hastalıklardan koruma özelliği yoktur.
Birkaç besin desteğini kombine etmek, çeşitli ilaçlarla birlikte kullanmak, yüksek dozda, uzun süre almak ya da doktor tarafından size reçete edilmiş bir ilacın yerine koymak hayatınızı tehdit edebilecek zararlar verebilir.
Vitaminlerin üzerinde yazan ‘yüzde 100 doğal’ veya yüzde 100 bitkisel’ ibareleri, o ürünün sağlığınızı olumsuz etkilemeyeceği anlamına gelmez.
Ameliyattan önce, ameliyat sırasında ve sonrasında istenmeyen etkilere neden olabilir. Kanama, ‘Sarımsaki ginko biloba’, ‘Ginseng’ ve E vitamininin potansiyel bir yan etkisidir. ‘Kava’ ve ‘Kedi otu’ bir sedatif olarak etki göstererek anestezinin etkisini beklenmedik şekilde artırabilir.
Karaciğer tehlikede
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Gül Öz, vitaminlerin doğrudan enerji kaynağı değil, günlük gıdalarla alınan besin öğeleri olduğuna dikkat çekti. Öz, vitaminlerin fazla alındığında kişiyi ishal, karaciğer bozuklukları, kemik gücünde azalma hatta kansere varan hastalıklarla karşı karşıya getirdiğini söyledi.
Vücuda gereğinden fazla alınan vitaminlerin toksik etkilerinin olabileceğini belirten Doç. Dr. Öz, şöyle konuştu: Örneğin, K vitamini eksikliği yüksek dozda E vitamini kullanımına bağlı olabilir. Yüksek E vitamini, vücudun K vitamini ihtiyacını artırarak bu vitaminin eksikliğine neden olabilir. Aşırı mineral alımı da özellikle gebe ve süt veren kadınlarda, çocuklarda ve yaşlılarda riskli olabilir. Karaciğerde depolanan A vitamini hiç vitamin almayan bir kişi için 5-10 ay, D vitamini ise 2-4 ay yeterlidir.
‘A’ saç döker ‘D’ siroz yapar

D Vitamini

Önerilen günlük miktar: 5 mcg
Azami miktar: 50 mcg
Zararı: Kemiklerin gelişmesinde ve güçlenmesinde hayati önem taşır. Ancak D vitamininin fazlası damarlar gibi yumuşak dokularda kalsiyum birikmesine neden olup, kemikleri güçsüzleştiriyor ve böbreklere zarar veriyor.
B6 Vitamini
Önerilen günlük miktar: 2 mg
Azami miktar: 100 mg
Zararı: Fazlası sinir sistemine zarar verir, el ve parmaklarda titremeye yol açar.
A Vitamini
Önerilen günlük miktar: 800 mcg
Azami miktar: 7 mg
Zararı: Havuç, ıspanak ve brokolide bolca bulunan beta karoten vücut tarafından A vitaminine dönüştürülür. Aşırı alındığında akciğer kanseri ve kalp krizi riski artar. Düzenli olarak yüksek dozda alınırsa saçları döker.
Kalsiyum
Önerilen günlük miktar: 800 mg
Azami miktar: 2500 mg
Zararı: Sinirler ve kaslar için de faydalı olan kalsiyum aşırı alındığında uyuşukluğa ve zehirlenmelere neden olabilir. Fazla kalsiyum böbrek taşına yol açar.
Demir
Önerilen günlük miktar: 14 mg
Azami miktar: 17 mg
Zararı: Oksijen transferi için gerekli olan demirin eksikliğinde kansızlık ortaya çıkar. Fazlası kalp hastalığına ve siroza neden olur.
Folik Asit
Önerilen günlük miktar: 200 mcg
Azami miktar: 1000 mcg
Zararı: Kalp krizi riskini artırır. Fazlası B12 vitamini eksikliğini gizler.
Vitamini
Önerilen günlük miktar: 60 mg.
Azami miktar: 1 gram.
Zararı: İshal, karın ağrısı, idrarda yanma, böbrek taşı oluşumu, mide yanması görülebilir.
Vitaminlerin Önemi:
A vitamini, enfeksiyonlara karşı direnci arttırır normal büyüme, üreme, kemik ve diş gelişimi, görme için gereklidir. Cildin tırnakların ve saçların sağlıklı kalmasını sağlar. Diş ve dişetleri için büyük önem taşır .
A vitamini Enfeksiyonlara karşı direnci arttırır normal büyüme, üreme, kemik ve diş gelişimi, görme için gereklidir. Cildin tırnakların ve saçların sağlıklı kalmasını sağlar. Diş ve dişetleri için büyük önem taşır .
 portakal2
Kayısı, kuşkonmaz, maydanoz, ıspanak, havuç, kereviz, marul, portakal, erik, domates
 domates
D vitamini İnce bağırsaklardan kalsiyumun emilmesine yardımcı olur, kalsiyumun kemiklerde ve dişlerde tutulmasını sağlar .
 g
Balık yağı, balık, yumurta, tereyağı, karaciğer, et, sebzeler, güneş
 danaeti
E vitamini Antioksidan etkilidir. Alzheimer hastalığının ilerlemesini yavaşlatıyor Yaşlı kişilerde bağışıklık sistemini güçlendirir. Hücrelerin daha uzun yaşamasını ve yenilenmesini sağlar .
 marul
Buğday, tohumlu besinler, soya fasülyesi yağı, arı sütü, ceviz, marul, tere, kereviz, maydanoz, ıspanak, lahana, mısır yağı, mısır, yulafta
 ceviz
K vitamini Karaciğere gelen K vitamini burada üretilen bazı pıhtılaşma faktörlerinin yapımında rol alır. K vitamini takviyesi yanlızca kanamalı hastalarda verilir.
 yumurta
Ispanak, kabak, marul, yeşil domates, yeşil biber, inek sütü, peynir, tereyağı, yumurta, kırmızı et, pirinç, karaciğer, mısır, muz, şeftali, çilek
 çilek
B1 vitamini Kasların ve sinir sisteminin faliyeti için gereklidir.Yetersizliğinde iştahsızlık, huzursuzluk, bellek zayıflığı ve dikkat azalması görülür.
 Fruit & Vegetable Platter
Buğday, kepek, bira mayası, taze sebze meyve, koyun eti, sığır eti, balık eti, yumurta, süt
 süt
B2 vitamini Eksikliğinde dilde kızarma, yanma hissi, ağız çevresi ve dudaklarda kızarma, tahriş, çatlaklar, gözlerde kaşıntı, yanma hissi, katarakt oluşumu, saçların dökülmesi, çocuklarda büyüme yavaşlaması, kilo kaybı, sindirim sorunları oluşur .
 havuç
Karaciğer, böbrek, buğday unu, patates, et, süt, yumurta, peynir, kepek, yeşil sebzeler, havuç, fındık, yer fıstığı, mercimek
peynir
B3 vitamini Yetersiz beslenme sonucu deriyi sinir sistemini tutan pellegra adlı hastalık ortaya çıkar. Hücrelerin oksijeni kullanabilmeleri için gereklidir. Midede sindirimin temel taşları olan asitlerin üretimini sağlar.
 limon
Bira mayası, kepek, yer fıstığı, sakatat, kırmızı et, balık, buğday, baklagiller, un, yumurta, süt, limon, kabak, incir, portakal, hurma
 l
B5 vitamini Doğada bol olduğu için eksikliğine rastlanmaz. Ayrıca bir miktar bağırsaklarda da yapılmaktadır. Eksikliği kan şekerinde düşme, ellerde titreme, kalp çarpıntıya neden olur .
kızarmış-tavuk
Karaciğer, kırmızı et, tavuk, yumurta, ekmek, sebzeler
 sebze
B6 vitamini Sinir sistemi ve hormonların çalışmasını düzenler. Vücudun savunmasında antikor ve akyuvar oluşumunda rol oynar. Eksikliğinde migren tipi baş ağrısı, kansızlık, ciltte kuruluk, görme problemleri, uyuşukluk, adele zayıflığı ve krampları oluşur .
 ekmek
Karaciğer, böbrek, kırmızı et, balık, yumurta, ekmek, sebzeler
 kırmızı et
B11 vitamini Kırmızı kan hücreleri ve sinir dokularının oluşumunda aktif rol oynar. Hücre bölünmesi için gereklidir. Bu etkisi ile büyümeyi de sağlar. Anne karnındaki bebeğin sinir sisteminin gelişimi için de gereklidir. Eksikliğinde iştahsızlık, kilo kaybı, bulantı, kusma, ishal, baş ağrısı, unutkanlık, çarpıntı gibi bazı kalp sorunları oluşabilir .
 Bunch of bananas
Karaciğer, böbrek, kırmızı et, ıspanak, marul, yumurta, ekmek, portakal, muz
 ıspanak
B12 vitamini Besinlerle veya sigara gibi alışkanlıklarla vücuda giren siyanürü etkisiz hale getirir. Eksikliğinde dilde hassasiyet, şişme, kızarma, hayal görme, depresyon, adalelerde kasılmalar, sinir iltihaplarına bağlı olarak el ve ayaklarda uyuşma, karıncalanma, yanma şikayetleri oluşur .
 luferKaraciğer, yürek, böbrek, kırmızı et, tavuk, balık, süt, peynir, yumurta yagda-yumurta
C vitamini Vücudumuz C vitaminini üretemez bitkiler ve bazı hayvanlar bu vitamini üretebilmektedir. Besinlerle alınan vitamin 2 saat içersinde kullanılır 4 saat sonunda kandan uzaklaşır. Yaraların iyileşmesini, damarların sağlıklı olamalarını sağlar.Vücudun savunma sistemini artırıcı etkisi vardır. Histamin yapımını azaltarak allerjik olayların şiddetini düşürür. Eksikliğinde diş eti kanamaları ve çekilmeleri olur.
 karpuzSiyah üzüm, narenciye, çilek, kavun, karpuz, yeşil biber, maydanoz, brokoli, havuç, soğan, bezelye

KÖRİ BAHARATI TAM BİR ŞİFA KAYNAĞI

Köri Nedir Nasıl Kullanılır (2)
KÖRİ ÜZERİNDE 5 YILDIR YAPILAN ARAŞTIRMALAR, BU BAHARATIN BİRÇOK KRONİK HASTALIĞA İYİ GELDİĞİNİ BELGELEDİ.
Türkiye de tanınması pek de uzun yıllara dayanmayan Hint menşeili köri baharatı ve sosunun içindeki maddeleri ve bunların sağlığa faydalarını araştıran Harvard Üniversitesi uzmanları, bunun birçok kronik hastalığa iyi geldiğini ortaya çıkardı.
Bu alanda son 5 yılda yapılmış toplam 100 araştırmanın analiz edildiği incelemeyle, Scientific American dergisinde yayımlanan sonuçlar, köri baharatının göğüs kanseri hastalarında tümör büyümesini yavaşlattığını ve bağışıklık sistemini güçlendirdiğini de ortaya koydu. Aslında geleneksel bitkisel tedavi alanında geçmişi çok eskilere dayanan zerdeçal temelli köri tozu, eklem sorunlarına da iyi geliyor ve kanı temizliyor.
Körinin içindekiler: körinin içindeki baharatlar; köri, zerdeçal, zencefil, kimyon, karanfil, kişniş, kakule, hintcevizi, acı kırmızıbiber ve demirhindi.
Körinin faydaları: Yararları vücuttaki biriken zararlı maddeleri atar. Hazım ve karaciğer sorunlarına da oldukça faydalıdır. Alzheimer, diyabet ve kanser gibi hastalıklara karşı olumlu etki yaratıyor. Safra kesesi hastalıklarında da kullanılır. Soğuk algınlığı, çıban, epilepsi, baş dönmesi, astım, baş dönmesi gibi hastalıklarda hastalara yardımcı olduğu gözlenmiştir. Doyurucu özelliği olduğundan zayıflamaya etkilidir. Çok fazla köri tüketen kişilerin kansere yakalanma oranı düşüktür. Körinin içinde yer alan maddenin kanser hücrelerinin yayılmasını durdurucu özeliği vardır. Bağırsak kanserinde etkilidir.
Köri nasıl kullanılır: bu bitkinin kullanımı her türlü yemeğinizde de rahatlıkla kullanabilirsiniz hatta bebeklerinizin yemeklerinde de kullanabilirsiniz hoş kokusu ve tadı size vazgeçemeyeceğiniz bir lezzet sunacaktır. Kullanımı da çok basittir. Bu mucize bitkiyi mutfağınızdan mutlaka eksik etmeyin. Köri ile zayıflama özellikle kilo sorunu yaşayanlara yönelik olarak doyurucu özelliğiyle zayıflama sağlaması beraberinde sindirime yardımcı olması ilk sıralarda yer almaktadır. Köri çay ile birlikte kullanıldığında zayıflamaya etkisinin olmasının yanında özellikle bağırsak kanseri başta olmak üzere kanser türlerine karşı olumlu etkileri bulunmaktadır.
Köri nasıl tüketilmeli bu konuda uzman doktorumuza danışın !!!…
KÖRİ KANSERE İYİ GELİYOR….
Köri baharatında bulunan bir maddenin, kanser hücrelerini öldürebildiği belirtildi.
Cork Kanser Araştırma Merkezi bilimcileri, köri yapımında kullanılan zerdeçalın etken maddesi “kurkumin” in laboratuar ortamında yemek borusu kanseri hücrelerini öldürdüğünü saptadı.
Dr.Sharon McKenna ve ekibi, kurkumininkanser hücrelerini 24 saatte öldürmeye başladığını gördü. Uzun zamandır kurkumin maddesinin iyileştirici etkisi bulunduğu düşünülüyordu.
Kanser uzmanları, British Journal of Cancer dergisinde yayımlanan araştırmanın doktorların yeni tedaviler bulmalarına yardımcı olacağını belirtti.
Birleşik Krallık Kanser Araştırma kurumundan Dr.Lesley Walker, bu araştırmanın, zerdeçalda (hint safranı) bulunan doğal kimyasalların özafagus (yemek borusu) kanserinde yeni tedaviler için kullanılması olanağı sağlayacağını söyledi.
Walker, özafagus kanseri oranının 1970 lerden bu yana yarı yarıya arttığını, bunun obezite, alkol tüketimi ve reflü hastalığındaki artıştan kaynaklanıyor olabileceğini bildirdi.

ÇÖLYAK HASTALIĞI NEDİR?

194220091002121018685ÇÖLYAK HASTALIĞI NEDİR?
Besinlerdeki buğday, arpa ve çavdarda bulunan glüten adlı bir proteine hassasiyet ile tanımlanan ve bağışıklık sistemiyle ilgili olan rahatsızlık, çölyak hastalığı olarak tanımlanıyor. Genetik özelliği olan bu hastalıkta öncelikle ince bağırsakta hasar oluşuyor ve emilim bozukluğu ortaya çıkıyor. Beslenme düzeninden glütenin kaldırılmasıyla sorun gideriliyor.
Çölyak ve non-çölyak glüten hassasiyeti son yılların en sık duyulan hastalıklarından. Belirtileri ile birbirine benzeyen bu iki hastalık, genetik testin sonucuna göre ayrılıyor. İki hastalığın tedavisinde de glüten içeren gıdalardan uzak durmak gerekiyor. Kişilerin yaşam kalitesini bozan çölyak hastalığı glüten intoleransı nedeniyle ortaya çıkıyor.
Tedavisi glütenli gıdaların beslenme düzeninden çıkarılmasıyla sağlanıyor. Toplum genelinde yüzde 1 oranında görülen çölyak hastalığım andıran non-çölyak glüten hassasiyetine ise halkın yüzde 20′sinde rastlanmasına rağmen çölyak hastalığından daha az biliniyor.
HASTALIĞIN BELİRTİLERİ NELER?
Çöl/ak hastalığı çoğu zaman sinsi ortaya çıkıyor ve tanısı geç konuyor. Çünkü her hastalığı taklit edebiliyor, Klasik belirtileri halsizlik İshal, kilo kaybı, şişkinlik gaz, kann ağnsı olmakla beraber, bazen demir eksikliği anemisi, karaciğer değerlerinde bozukluk kemik hastalıklar, cilt hastalıklar gibi sindirim sistemi dışı belirtilerle de kendini gösterebiliyor. Besinlerdeki proteinlerin emilememesine bağlı olarak protein eksikliği (hipoalbüminemi), B vitamini eksikliği sonucu oluşan nörolojik belirtiler, D vitamini ve kalsiyum eksikliği sonucu görülen kemik azalması da hastalığın ilk belirtileri olabiliyor. Bu rahatsızlık dudak kenariannda çatlaklar, ağız içinde geçmeyen yaralarla da kendini gösterebiliyor. Çocuklarda ise ishal, gelişme geriliği, anemi gibi belirtiler veriyor. Erişkinlerde bazen bir travma, yoğun stres, ameliyat, doğum gibi olaylar sessiz bir çölyak hastalığını aniden ortaya çıkarabiliyor. Geçmiş yıllarda bu hastalığın özellikle çocukluk çağında gelişme geriliği, anemi, ishal ve beslenme bozukluğu ile kendini gösterdiği ve bu dönemin hastalığı olduğu düşünülürken, günümüzde her yaşta ve çok değişik belirtilerle çölyak hastalığına rastlanabileceği biliniyor.
TANI NASIL KONUYOR?
Hastalığın tanısı çölyak hastalığına özgü antikorların kanda belirlenmesi ve endoskopi ile ince bağırsaktan alınan biyopsilerin değerlendirilmesiyle konuyor. Tanıda en sık, doku transglutaminaz antikoru IgA (tTG testi) ya da Anti- Endomisyum antikoru IgA testi kullanılıyor. Ayrıca genetik testler de uygulanabiliyor. Kesin tanı koymak için bazen endoskopik yöntemle ağızdan onikiparmak bağırsağına girilip, ince bağırsağın üç ayrı yerinden örnek alınıp, dokunun mikroskop altında incelenmesi gerekebiliyor. Doku örneklerinde, ince bağırsak yüzeyinde emilimi sağlayan parmak şeklinde ve villüs adı verilen yapıların düzleşmesi, yassılaşması çölyak hastalığına işaret ediyor.
ÇÖLYAK HASTALIĞI NASIL TEDAVİ EDİLİYOR?
Çölyak hastalarının yaşam tarzını değiştirmesi gerekiyor. Bu kişilerin, içinde glüten banndıran yiyecekler tüketmemesi, buğday, arpa, çavdar ve yulafı beslenme düzeninden çıkarması önem taşıyor. Glütensiz gıdalar hazırlanırken, glütenli gıdaların hazırlandığı kapların kullanılmamasına da dikkat edilmeli. Çölyak hastalan; mısır, pirinç, patates, nişasta, soya fasulyesi tüketebiliyor. Aynca alınan besinlerin içeriğine dikkat edilmesi gerekiyor. Çünkü bazı diş macunlan, meyve sulan, şekerli gıdalar ve çikletlerde de glüten bulunabiliyor. Süt ürünleri ise çoğu çölyak hastası tarafından tolere edilemiyor. Bu yüzden ilk zamanlar bu tür gıdalardan kaçınılmalı. Yulaf hastalığı düşük seviyede olanlarda sınırlı olarak alınabilirken, hastalığı ciddi seviyede olanların kaçınması tavsiye ediliyor. Hastalar, teşhis konulmadan önce gıdalar bağırsakta emilemediğl İçin yeterli enerjiyi alamıyor ve çok kilo veriyor, Ama glütensiz diyete geçildikten sonra belirtiler Iki-üç ay içinde düzeliyor ve kilo alımı sağlanıyor,
Glütensiz diyet, sanılanın aksine kişiyi gıdasız bırakmıyor. Bu diyeti uygulayan kişiler de sağlıklı ve dengeli beslenebiliyor. Glüten; protein olarak mutlaka alınması gereken bir madde olmadığı İçin, yerine başka gıdalar konulabiliyor. Bazı çölyak hastalan diyet yapmalanna rağmen tedaviden yanıt alamıyor. Bu vakalarda diyete uyumun sorgulanması, tanının tekrar gözden geçirilmesi, pankreas yetmezliği, mikroskopik kolit, ince bağırsağın bakteriyel aşın gelişimi İle olası laktoz intoleıransının araştınlması; tedaviye yanıtsız çölyak hastalığı tanısı kesinse kortizon tedavisinin denenmesi öneriliyor. Tedavi edilmemiş çölyak hastalığı ileride lenfomaya ya da başka bir tür kansere dönüşebiliyor.
Non-çölyak glüten hassasiyeti, glüteni tolere edemeyen, glütenli besinler aldıklarında aynı çölyak hastalığına benzeyen belirtileri olan, ancak kanında çölyak hastalığına özgü antikorlar bulunmayan ve ince bağırsak dokusunda hasar gözlenmeyen bir durumu tanımlıyor. Çölyak hastalığı yüzde I oranından görülürken, non-çölyak glüten hassasiyetine toplumun yaklaşık yüzde 20′sinde rastlanıyor.
RAHATSIZLIK NASIL BELİRTİ VERİYOR?
Belirtiler çölyak hastalığına benziyor ancak daha hafif seyrediyor. Bu hastalıkta ince bağırsakta çölyak hastalığında olduğu gibi bağırsak geçirgenliğinin artması da söz konusu olmuyor. Ancak bazı çalışmalarda bu hastalarda baş ağrısı, konsantrasyon bozukluğu, eklem ağrısı, bacak, kol ve parmaklarda uyuşma gibi sindirim sistemi dışı belirtiler bulunabiliyor. Belirtiler glüten alımından saatler, hatta günler sonra ortaya çıkabiliyor. Bu da doğuştan immün yanıt için tipik bir olay oluyor.
BU DURUM, BUĞDAY ALERJİSİ OLARAK ADLANDIRILABİLİR Mİ?
Hayır, çünkü besin alerjisinde cilt testleri pozitif oluyor ve kanda IgE denilen, alerjiye özgü antikorlar yükseliyor.
NON-ÇÖLYAK GLÜTEN HASSASİYETİ TANISI NASIL KONUYOR?
Tanı koymada kullanılan bir test bulunmuyor. Ancak çölyak ve diğer hastalıklar dışlandıktan sonra teşhis konabiliyor. Genetik testin negatif olması çölyak olmadığını gösteriyor. Hastalar glütensiz diyetle sorunlarını giderebiliyor. Bütün bu klinik tabloların dışında “glütene alerji” denen bir durum da söz konusu olabiliyor. Bu durumda glüten uygulamasıyla yapılan cilt testi pozitif bulunuyor. Her iki durumda da hastalar glütensiz diyetle sorunlarını giderebiliyor,
 TEDAVİSİ NASIL YAPILIYOR?
Hastaların, çölyak hastalığında olduğu gibi yüzde 100 glütensiz diyet uygulaması gerekiyor. Bunun hayat boyu mu, yoksa belli bir dönem mi devam edeceğine dair somut kanıtlar bulunmuyor. Ancak eliminasyon diyeti yapılması yani alerji yapan besinlerin diyetten çıkarılmasıyla ilgili görüşler var. Probiyotikler ve düşük karbonhidrat diyeti de diğer alternatifler arasında yer alıyor. Hiç belirtisi olmayan kişilerin diyete uyumu iyi olmuyor. Tarama ile ortaya çıkan vakaların yüzde 25’i ise böyle bir tanı konmasından dolayı memnuniyetsizliğini ifade ediyor.
Sonuç olarak nedeni bilinmeyen gaz, şişkinlik, ishal, demir eksikliği anemisi ve buna bağlı halsizlik yakınması olan kişilerin çölyak ve benzeri hastalıkların tanısının konması için bir hekime başvurması gerekiyor. Böylece yıllarca süregelen ve bir türlü şifa bulmayan hazımsızlık yakınmalarına da çare bulunabiliyor.

KANSER TEDAVİSİNDE DOĞURGANLIK NASIL KORUNUYOR?

kanser-uremeKANSER TEDAVİSİNDE DOĞURGANLIK NASIL KORUNUYOR?
ERKEN EVREDE TANI KONMUŞ KANSER HASTALARI İLE GEÇ EVREDE TEŞHİS EDİLEN ANCAK KÜR ŞANSI YÜKSEK KANSER HASTALARINDA YUMURTA VEYA TESTİS DOKUSU, HÜCRESİ YA DA EMBRİYO DONDURULUYOR. BÖYLECE HASTALARA SAĞLIKLARINA KAVUŞTUKTAN SONRA COCUK SAHİBİ OLMA SANSI TANINIYOR.
Günümüzde erken tam ve etkin tedavi olanakları sayesinde kanser tanısı alan kişiler hastalığı atlatıp, hayatlarını sağlıklı bir şekilde sürdürebiliyor. Ancak doğurganlığın henüz başlamadığı ya da devam ettiği dönemde tedavi alan hastalar sağlıklarına kavuştuktan sonra çocuk sahibi olmak istediklerinde tedavinin yan etkisi olarak bu şansı kaybettiklerini öğrenebiliyorlar. Bu nedenle henüz aile planlamasını tamamlamamış hastalarda doğurganlığın korunması için gerekli önlemlerin alınması gerekiyor. Kanser tedavisinde doğurganlığın korunabileceği konusunda, kanser tedavisini yürüten hekimlerin de yeterince bilgi sahibi olması gerekiyor: “Kanser tanısı konulduktan sonra hem hastanın hem de doktorun en hızlı şekilde kanser tedavisine başlaması gerekiyor. Bu aşamada kimsenin aklıma o hastanın iyileşeceği, ilerleyen yıllarda çocuk sahibi olmak isteyeceği gelmiyor. Oysa bu kişiler sağlıklarına kavuştuktan sonra pişmanlık yaşayabiliyor.” Geçmişte kanser tedavilerinde düşük doz kemoterapi kullanıldığını, bugün ise imkanlar çerçevesinde çok yüksek doz kemoterapi ile daha fazla iyileşme oranı sağlanabildiğini ancak bu ilaçların bölünme özellikleri olduğu için kanserli olmayan hücreleri de öldürdüğünü bilinmektedir. Bir diğer gruptaki ilaçlar da bölünmeyen hücrelere saldırıyor, yumurtalıkta, kanda, beyinde bulduğu her hücreyi öldürüyor. Başka organlarda hasarlı hücreler kendini sonradan tamir edebiliyor ancak yumurtalıkta böyle bir kapasite ne yazık ki bulunmuyor. Aynı durum çocuk yaşta tedavi gören erkeklerin testis dokularının harap olmasına ve sperm verecek kaynakların körelmesine neden oluyor. Tüm bu nedenlerle kanser tedavisine başlamadan hemen önce doğurganlığın korunması için çeşitli yöntemler uygulanıyor.
ÇOCUKLUK ÇAĞI KANSERLERİ
KIZ ÇOCUK
Bir kız çocuğunun adet dönemi başlamadıysa yumurtlaması da başlamıyor ve kanser tedavisi öncesinde ilaç verilse dahi yumurta üretmesi mümkün olmuyor. Böyle bir durumda çarenin yumurtalık dokusunu dondurmaktır. “Genel anestezi altında laparoskopik cerrahi ile yaklaşık bir saat içinde kız çocuğunun yumurtalıklarına erişerek, küçücük yumurtalıklardan birini veya yarısını çıkartıp küçük şeritler halinde dondurulur, ilerleyen yıllarda eğer doğal yolla hamilelik gerçekleşmiyorsa ve bu dokulara ihtiyaç duyuluyorsa, dokular orijinal yerine ya da erişimi kolay olan bir organ olduğu için ön kolun içine yamalanabilir. Bir süre sonra hastanın yumurtalığı konulduğu yerde çalışmaya başlıyor. Eğer orijinal yerine konulduysa hasta normal yoldan da bebek sahibi olabiliyor. Başka bir bölgeye konulduysa bu yamanın fonksiyonları 2-2,5 yıl devam ediyor. Yumurtlama döneminde bu bölgede sivilce gibi kabarıklık oluşuyor. Bir yamanın fonksiyonu bittikçe dondurulanlardan biri daha çözdürülüp aynı yere yama yapılıyor. Hormonları çalışan hastanın bu işlem devam ettiği sürece menopoz şikayeti olmuyor. Ancak bebek yapabilmek için o yamadaki yumurtanın alınıp dışarıda döllenmesi yani tüp bebek yapılması gerekiyor.”
ERKEK ÇOCUK
“Bir testis dokusunun ilerleyen yıllarda tekrar testise konulup sperm üretmesi henüz sağlanamadı.” Eğer yapılacak bir şey yoksa testis dokusunu yine laparoskopik yöntemle çıkararak bankaya koyup, ilerleyen yıllarda bilimin getireceklerini beklemek mümkündür. Kız ve erkek çocuklarda bu işlemler toplam bir gün sürüyor ve kanser tedavisini geciktirmiyor.
ERGENLİK DÖNEMİ KANSERLERİ
KIZ ÇOCUK
Yumurtlama dönemine girmiş ve adet görmeye başlamış çocuklarda kanser tedavisi öncesinde yumurtalık dokusu veya yumurta dondurmak mümkündür. Yumurtalık dokusu dondurulduğunda yüz binlerce yumurta dondurulduğunu ve böylece ileride gebelik şansının artırıldığını, yumurta dondurulduğunda ise bir tedavi siklusu boyunca 15-20 yumurta büyütüp dondurulabilecektir. 18 yaşındaki bir kız çocuğunun evli olma ihtimali düşük olduğu için bu çağda yumurta dondurmak için kemoterapi veya radyoterapiden önce bir döngü boyunca, adetle birlikte hastaya ilaç verilmeye başlanır. 10 gün sonra yumurtalar olgunlaşır ve alır. Bu yöntem, kanser tedavisini 12-13 gün kadar geciktirir. Onkoloji uzmanı bu kadar vakit tanıyorsa, yöntem uygulanabilir. Genç hastalarda doku dondurmanın daha avantajlı olduğunu söylemek mümkündür, 30 yaş üstünde yumurta rezervi azalmış olduğu için kestikten sonra, dondurmaya kadar geçen sürede yumurta ölümü olduğunu ve bu nedenle doku yerine yumurta dondurmanın daha avantajlı olduğunu söylenebilir.
Zaman yoksa da çözüm var
Kanser tedavisine başlanmadan önce hiç zamanı olmayan hastalarda veya yumurta büyütmek için verilen hormonların zararlı olabileceği durumlarda, henüz tam olgunlaşmamış yumurtalar alınıp laboratuvarda olgunlaştırılır. Bu amaçla bulundukları sıvılara çeşitli hormonlar ve maddeler eklenir. Yumurtaların elde edilmesi tüp bebekte olduğu gibi iğne ile ya da laparoskopi ile doku dondurulmak üzere çıkarılan yarım yumurtalıkların yüzey bölümünden de olabilir. Olgunlaşan yumurtalar, hasta evliyse eşinin spermi ile döllenerek embriyo şeklinde, evli değilse sadece yumurta olarak dondurulur.
ERKEK ÇOCUK
Ergenlik dönemindeki erkekte işlem çok kolay yapılıyor. Bir sperm örneğinden 100-150 milyon sperm elde ediliyor ve donduruluyor. En kolay işlemin sperm dondurmak olduğunu söylemek mümkündür.
“Spermin içinde çok az su bulunur. Bu hücre donunca çok az tahrip olur. Böylece dondurulan sperm örnekleri defalarca kullanılabilir”
EVLİ ÇİFTLER
KADIN HASTALAR
Evli bir çiftte böyle bir işlem yapılmak istendiğinde tedaviden önce vakit varsa, annenin yumurtası ile babanın spermi dışarıda döllenerek embriyo oluşturulur. Kanser tedavisi tamamlandıktan sonra da anne rahmine yerleştirilir. Bu konuda önemli bir nokta bulunmaktadır “Embriyosu dondurulmuş çiftten biri vefat ederse ya da boşanma olursa bu embriyo kullanılamaz. Sağlık Bakanlığı’nın bilgisi ve kontrolü altında imha edilir.” Kemoterapinin geciktirilemediği, hormonal etkilerin zararlı olduğu durumlarda aynen çocuk hastalarda yapıldığı gibi hastanın yumurtalık dokusu laparoskopik yöntemlerle çıkarılır. Laboratuvar ortamında bu dokunun istenmeyen kısımları ayıklanır ve istenen kısım İnce şeritler halinde bölünür. Bu şeritler rulo haline getirilir, dondurmaya sevk edilir. Kişi çocuk sahibi olmayı arzu ettiği zaman, dondurulan dokulara başvurulur. Böyle bir durumda İkinci seçenek de henüz tam olgunlaşmamış yumurtaların alınıp laboratuvarda olgunlaştınlması olur. Yumurtaların tam olgunlaşmaları İçin bulundukları sıvılara çeşitli hormonlar ve maddeler eklenir. Yumurtaların elde edilmesi tüp bebekte olduğu gibi İğne İle ya da laparoskopi İle çıkarılan yarım yumurtalıkların yüzey bölümünde de olabilir. Yumurtalardan olgunlaşanlar, hasta evliyse eşinin spermi İle döllenerek embriyo şeklinde, evli değilse sadece yumurta olarak dondurulur.
ERKEK HASTALAR
Evli hastalardan alınan sperm hücrelerinin, laboratuvar ortamında eşinden alınan yumurtaları döllemesi sağlanır. Elde edilen embriyolar dondurularak yıllarca saklanabilir.
YUMURTALIK KANSERİ
Bu kanserin doğurganlık konusunda farklı bir özelliği bulunuyor. Yumurtalık kanserinde yumurtalık da cerrahi olarak alındığı için yıllar sonra bebek yapmak için farklı bir uygulama gerekiyor. Kanserli dokunun kanser sıçramamış kısmını dondurup saklamak mümkün oluyor. Ancak yıllar sonra o dokuyu hastaya yeniden nakletmenin kanser gelişimi açısından risk yaratması nedeniyle, dondurulan yumurta dokusu vücut dışında olgunlaştırılıp, dölleniyor. Oluşan embriyo da annenin rahmine yerleştiriliyor

28 Mayıs 2014 Çarşamba

Testis Kanseri Belirtileri

testisTestis Kanseri Belirtileri
Testis kanserinde sıklıkla görülen belirtiler şöyledir:
* Testiste yumru veya şişme
* Muhtemelen bölgesel ağrı veya hassasiyet
* Testiste ağırlık hissi (bazen).
Testis kanseri genç erkeklerde, özellikle 20-40 yaşlarında ve siyah erkeklere kıyasla beyaz erkekler arasında daha çok görülür. Eğer testislerin biri veya her ikisi doğumda inmemişse, ileride her iki testis için de kanser riski daha büyüktür. Erken tespit edilerek tedavi edilirse, kanser genellikle iyileşebilir.

Testis Kanseri Tedavisi

testisTestis Kanseri Tedavisi
Testis kanseri tedavisinde  uygulanan başlıca tedavi şekilleri:
Doktor, testis kanserini teşhis etmek için testisleri kontrol eder ve herhangi bir şişlik olup olmadığını saptar. Ultrason taraması ile testislerdeki herhangi bir değişiklik ortaya çıkar.
Testis tümörü tanısı konulduğunda, üroloji uzmanı orşiyektomi’ye (testisinin çıkartılması işlemi) başvurur. Testis, doku testi yapılmak üzere laboratuvara gönderilir. Eğer tümör düşük dereceli ise, hastanın gözetim altında tutulması gerekir . Eğer tümör ilerlemişse kemoterapi yada bazen radyoterapi kullanılabilir.
Testislerin temizlenmesi, seks yaşantısını ve baba olma olasılığını etkilemez.
Bitkisel tedavinin Testis kanseri üzerindeki faydaları ve uygulanma şekillerini öğrenmek ister misiniz?
Doktorumuza danışmak için, tedavi başvuru formunu doldurunuz.

Testis Kanseri Bitkisel Tedavisi

testisTestis Kanseri Bitkisel Tedavisi
İmmu-Nat bünyesinde, Türkiye ve dünyada ‘Fitoterapi’ konusunda bilim kuruluşları tarafından yapılan yeni ve güvenilir araştırmalar izlenerek değerlendirilir ve bu yeni gelişmelerden hasta ve hasta yakınları haberdar edilir. Bu şekilde halkımıza, hasta yakınları ve hastalarımıza bitkisel ürün kullanımında en doğru bitkisel desteği ve kullanım dozunu vermeyi hedeflemekteyiz.
Bitkisel destek ve tedavilerin en önemli şartlarından biri, bu maddelerin üretimidir. Bitkisel ekstrakt konusunda uzman ve yetkin kişilerle, bu üretime uygunluğu onanmış hammadde tesis ve makinalar ile el değmeden, yani hijyenik bir ortamda üretilmesi ve şişelenmesi gerekir. İmmu-Nat, bu özellikleri tam olarak bünyesinde bulundurmakta, böylece güvenilir bitkisel ekstrakt, hedefe yönelik ürün ve doğru doz seçimi ile koruma ve tedavi prensiplerinin tam olarak yerine getirilmesini sağlamaktadır.
Testis kanseri hastalarına yönelik yaklaşımımız ise, hasta yakınları ve hastalara doğru bilgileri ve doğru desteği vermek olduğu için, hastalarımız ve yakınlarından hastalık hakkında doğru informasyon ve yeterli ve fakat ayrıntıya yönelmeyen tıbbi doküman ve belge talep etmekteyiz. Belgeleri değerlendirilen hastalara gereken tıbbi bilgiler verilmekte ve bitkisel destek yöntemleri açıklanmaktadır.
Testis Kanseri tedavisine destek verebilmemiz için hastanın son durumu hakkında bilgi veren, aşağıdaki raporları tarafımıza göndermenizi rica ediyoruz. Bu raporlar danışman hekimler tarafından incelendikten sonra, bitkisel tedaviye uygun görülmesi halinde sizinle iletişime geçilecektir. Tedavi sürecinde destek verebilmemiz için raporlar son derece önemlidir. 
Raporları info@immunat.com.tr mail adresine ya da 0 252 385 24 28 numaralı faxa gönderebilirsiniz.
Ekibimizle iletişime geçmek için  0 252 385 24 04 numaralı telefondan bize ulaşabilirsiniz.
İstenilen Raporlar:BT ve/veya PET CT Raporu
AFP Değeri
Ameliyat/Epikriz Raporu (Ameliyat olmuşsa)
Patoloji Raporu
Testis Kanseri Bitkisel Tedavisi

Kan Kanseri (Lösemi)

Şehir stresi kansere neden oluyor

Şehir stresi kansere neden oluyor

Radyasyon Onkolojisi Uzmanı Dr. İhsan Karslıoğlu, köylerde stressiz yaşayanlara göre kentlerde iş hayatlarında yorulan ve yıpranan kişilerde kanser hastalığının daha fazla görüldüğünü söyledi.


Medical Park Elazığ Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Uzmanı Dr.İhsan Karslıoğlu,kanser ile ilgili vatandaşları ilgilendiren bilgiler verdi. Radyasyon Onkolojisi'nin kanser tedavisi yöntemlerden biri olan radyoterapi konusunda uzmanlaşılan bir alan olduğunu vurgulayan Uzman Dr. Karslıoğlu, "Radyoterapi İyonizan radyasyonun tedavi amacı ile kullanılmasıdır.
Radyoterapi operasyon öncesinde, sırasında ve sonrasında kullanılır. Kesin olarak sebebi bilinmeyen kanserin iki grup risk faktörü vardır. Kanser için risk faktörleri yaşam şekillerine, yaşa, cinsiyete ve aile öykülerine bağlı olarak değişir. Bir başka risk grubu ise sigara, alkol kullanımı, güneş altında kalma, aşırı derecede röntgen ışınına maruz kalma, kimyasal maddeler ile kötü beslenme gibi çevresel faktörlerdir. Kanser her yaşta görüldüğü gibi orta ve ileri yaş grubunda daha fazla rastlanmaktadır. Yakın akrabaları kanserden ölenlerin çoğunluğu 'kanser olacak mıyım' kaygısı taşır. Bir kaç özel durum dışında kanserin yüzde 95'inin kalıtsal olarak geçmediğini söyleyebiliriz" dedi.
Prostat, rahim ve göğüs kanserlerinin kadın ve erkek hormonlarının vücutta fazla miktarda devamlı yapımı veya dışarıdan vücuda verilmesi sonucu sık görüldüğünü ifade eden Dr. Karslıoğlu, köylerde stressiz yaşayanlara göre kentlerde yaşayanlarda daha fazla kansere yakalandığını söyledi. Dr. Karslıoğlu, "Örneğin kırsal alanlarda basit ve endişesiz hayat yaşayanlara göre, kentlerde oturup iş hayatlarında yorulan yıpranan kişilerde kanser daha fazla görülmektedir. Günümüzde milyonlarca insan kanserli ya da kanseri tedavi edilmiş olarak yaşamaktadır. Kanser tanısı ne kadar erkan başlarsa başarıya ulaşma şansı o kadar yüksek olur" şeklinde konuştu.

Anal Kanal Kanseri

kanserhucre1Anüs bağırsakların dışa açıldığı dışkılamanın yapıldığı organdır. Halk arasında makat olarak adlandırılır. Aslında anüs çok karmaşık sinir ve kas yapılarından oluşan çok fonksiyonel bir organdır. Anüsten içeri girildiğinde yaklaşık
4 cm’lik bir bölüme de anal kanal denilmektedir. Anal kanalın ilk 2 cm’lik bölümünü çepeçevre içeriye doğru incelerek devam eden deri sarar. Bu bölgeye anüs yani makat denir. Son 2 cm’lik bölümü ise bağırsak duvarı sarmaktadır. Bu bölgeye de anal kanal adı verilir. Anal kanalı tam ortadan ikiye ayıran girintili çıkıntılı sınıra da dişli çizgi (dentat çizgi) adı verilmektedir. Bu iki bölge farklı hücrelerce döşendiğinden gelişen kanserler farklı tipte olurlar ve tedavileri de farklılık gösterir. Dolayısı ile anal bölge tümörleri anüs çevresi (dişli çizgi altında kalan tümörler) ve anal kanal tümörleri (dişli çizgi üzerinde yerleşen tümörler) olarak kabaca iki gruba ayrılır.

Risk Faktörleri:
Anüs kanserine neden olan başlıca faktörler; rahim ağzı kanserine de neden olan ve anüs ve çevresinde siğiller yapan human papillomavirus (HPV) adlı virüs infeksiyonu, anüs yoluyla cinsel ilişki (hem kadın, hem de erkeklerde), çok eşlilik, sigara, AIDS hastalığı ve benzeri nedenlerle bağışıklık sisteminin baskılanması, ülseratif kolit ve Crohn hastalığıdır.
Belirtiler:
Anüs bölgesinde hızla büyüyen üzeri düzensiz yapıda tümör varlığı, siğilin veya çok sayıdaki siğillerden birinin hızla büyümeye başlaması, büyük abdestin kalem gibi incelmesi veya dışkılama sırasında kanama olmasıdır. 
Tanı:
Tanı parmakla muayenede ele kitle gelmesi, anaskop adı verilen boru ile makat muayenesi sırasında kitleden alınan parçanın mikroskop altında incelenmesi ile konur.
Tedavi:
İlk tedavi seçenekleri Nigro protokolü adı verilen ilaç (kemoterapi) ve ışın (radyoterapi) uygulamasıdır. Tümörlerin % 80’den fazlası bu yolla tedavi edilebilir. Tedaviye cevap vermeyen veya tekrar eden hastalıkta radikal cerrahi yani makatla birlikte barsağın alt kısmının çıkarılarak geri kalan bağırsağın karna ağızlaştırılması (abdominoperineal rezeksiyon) gerekir. Kasık bölgesi lenf bezlerinin hastalığa tutulması hastalığın ileri evrede olduğunu gösterir.
- See more at: http://kanser.gov.tr/kanser/kanser-turleri/40-anal-kanal-kanseri.html#sthash.yP55e1pA.dpuf

Anüs Kanseri

9Yassı (skuamöz) Hücreli Kanser Anüs deliği ve çevresindeki 5 cm mesafedeki ciltten köken alırlar. Hastaların %15’inde uzun süreli (kronik) fistül (anüs cildine açılan ufak akıntılı delik) veya anal kondilom (siğil şeklinde bir veya daha fazla kabarcık) vardır.
Yassı hücreli tümör 5 cm altında ise daha iyi seyirlidir. Makatın işlevini bozmayan küçük tümörlerde 2 cm sağlam cerrahi sınırla tümörün çıkarılması yeterlidir. Makat işlevini bozan büyük tümörlerde anüs ve anal kanal ve üzerindeki bağırsak kısmı da tümörle birlikte çıkarılır. Makat kapatılarak bağırsak karna ağızlaştırılır yani torba takılır (abdominoperineal rezeksiyon). Kasık lenf bezleri de tutulmuşsa “inguinal lenf nodu diseksiyonu” adı verilen ameliyatla kasıktaki hastalıklı bezler temizlenir. İlaç tedavisi (kemoterapi) ve ışın tedavisi (radyoterapi) tümörün büyüklüğü ve yaygınlık derecesine göre ameliyat öncesi veya ameliyattan sonra gerektiğinde tedaviye eklenir.
Bowen Hastalığı Yassı hücreli kanserin uzak organ yayılımı yapmayacak şekilde henüz hücre dışına taşmadan (in situ) çok erken teşhis edilmesidir. Cerrahi olarak temiz sınırla çıkarılması yeterlidir. Ek ışın ve ilaç tedavisini gerektirmez.
Paget Hastalığı Anüs çevresindeki ter bezlerinden (apokrin) gelişir. Adenokanserin uzak organ yayılımı yapmayacak şekilde henüz hücre dışına taşmadan (insitu) çok erken teşhis edilmesidir. Gözle muayenede Bowen hastalığından ayırt edilemez. Tanı mikroskopta Paget hücrelerinin görülmesi ile konur. Eş zamanlı sindirim sistemi adenokanserleri ile birlikte görülebildiğinden sindirim sisteminin de araştırılması önerilir. Temiz cerrahi sınırla çıkarılması yeterlidir. Ek ilaç ve ışın tedavisi gerektirmez.
Anal Kondiloma (Siğil) Penis veya vajina, vulva ve anüs hepsine birden genital bölge adı verilir. Kondiloma genital bölge çevresinde ortaya çıkan birkaç milimetre çapında, kırmızımsı veya kahverengimsi siğillerdir (kabarıklıklardır). Cinsel yolla bulaşırlar ve HPV virüsünün neden olduğu infeksiyonlardır. Toplumda çok sık görülür. Kabaca her on kişiden birinde genital siğil olduğu söylenebilir. Bulaşma genital HPV hastalığı taşıyan bir bireyle girilen her türlü cinsel ilişki ile olur. Virüs, ilişki sırasında ciltte ortaya çıkan mikroskopik yırtıklar ve sıyrıklar vasıtası ile ciltten cilde temas yolu ile bulaşır. Virus ile temas eden herkeste hastalık bulguları ortaya çıkmaz ancak kondilom ortaya çıkan bireylerin %60-90'ının partnerinde de virüs olduğu saptanmıştır. Virüs bir kere vücuda girdikten sonra uzun yıllar sessiz kalabilir. Cinsel yönden aktif olan herkeste görülebilir. En çok birden fazla sayıda cinsel eşi olan, ya da cinsel eşi birden fazla kişi ile birlikte olmuş 15-30 yaş arası kişilerde görülür. Gebelik esnasında çok hızlı bir seyir izler. Nadiren anneden bebeğine geçebilir. Bu virusun 60'dan fazla değişik alt grubu vardır ve bu gruplardan bazılarının rahim ağzı kanserine neden olduğu bilinmektedir. Bazı tipleri ise anus kanserine yol açabilmektedir. Her genital siğil vakası kanser olacak diye bir şart yoktur, ancak kanser olma riski artmıştır. Genital siğil riskini azaltmanın en etkili yolu birden fazla sayıda cinsel eş ile birlikte olmamaktır. Ancak bunun mümkün olmadığı durumlarda prezervatif en etkili önlem yoludur. Prezervatif siğillerin yanı sıra cinsel yolla bulaşan AIDS'de dahil olmak üzere pek çok hastalığa karşı koruma sağlar. Siğiller kondomun kapladığı alan dışında da bulunabildiğinden prezervatif zaman zaman etkisiz kalabilir. Hatta prezervatif kullanımı anüste HPV bulaşmasını önlemek için genellikle yeterli değildir. HPV bulaşması, penisin anüs civarına teması, parmaklar veya seks aletleri ile de olabilir. Mutlaka anüse tam bir giriş gerekmez. Bu nedenle de, anüs yoluyla cinsel ilişkiye girmese bile, rahim ağzında HPV veya siğil olan kadınlar daha yüksek anüs kanseri riski taşırlar ve bu sebeple de önlem almak zorundadırlar. Anüs kanseri ve özellikle HPV’ye bağlı kanser öncüsü hastalıklarının erken tanısı “anal smear (yayma)” ile konabilir. Ülkemizde pek bilinmemesine ve yaygın kullanılmamsına rağmen yüksek risk faktörlü hastalarda anal yayma etkili ve kabul edilmiş bir tarama yöntemidir. Eşcinsellerde, anüs yoluyla ters cinsel ilişkiye giren kadınlarda, anüs ve çevresinde siğil saptanan kadın ve erkeklerde, cinsel organlarda ve çevresinde siğil saptanan kadınlarda ve rahim ağzı yayma ve biopsilerinde HPV, displazi veya kanser saptanan kadınlarda yılda bir defa anal yayma yapılmasını öneren yurtdışında merkezler vardır. Anal yayma ucunda nemlendirilmiş bir pamuk sarılı çubuk veya rahim ağzı kanalından yayma alınmasında da kullanılan fırça ile alınır. Yayma çubuğu anüse 3-4 cm dikkatli bir şekilde sokulur ve en az 360 derece döndürülerek ve tüm yüzeylere sürülerek geri çekilir. Elde edilen materyal, tek bir düzgün hareket ile lam adı verilen özel cam yüzeyine düzgün ve ince bir şekilde yayılır. Yayma alınır alınmaz, saniyeler içinde, %95’lik etil alkol içeren bir kap içine konarak mutlaka tespit edilmelidir. Anal yayıntı materyali patoloji laboratuvarında boyanarak, anal yayma konusunda deneyimli bir patoloji uzmanı tarafından incelenmeli ve rapor edilmelidir. Anal yayıntıda kanser öncüsü hastalıklara ait hücreler saptanırsa bir endoskopi uzmanı veya genel cerrah tarafından zaman kaybetmeden derhal anoskop eşliğinde parça alma yani “anüs biopsisi” yapmak gerekir. Biyopsi sonucuna göre gerekli cerrahi tedavi yapılarak kanserin gelişmesi önlenir. Böylece hastanın yaşamı kurtarılmış olur. Bu uygulama ülkemizde yaygın olmayıp sadece büyük patoloji merkezlerinde anal yayma değerlendirmesi yapan patologlarca yapılabilmektedir. Yurt dışında daha yaygın olarak kullanılmaktadır. Makatta ve anal kanalda oluşan genital siğiller tedavisinde en çok tercih edilen yöntem dış genital organlarda olduğu gibi siğillerin elektrokoter kullanılarak yok edilmesi (yakılması, koterizasyon işlemi) veya çok büyükler ise cerrahi olarak çıkarılmasıdır. Diğer yöntemlerden üstün olmamasına rağmen bazı merkezlerde lazer cerrahisi de kullanılmaktadır. Bu yöntemler anında sonuç verirler. Koter ya da cerrahi tedaviye rağmen çoğu hasta tedaviden sonra yeni siğiller oluşturur. Bu durum genellikle hastada bir moral bozukluğuna sebep olmasına karşın bunun nedeni genital siğile neden olan HPV virüsünün dokularda ortalama 6 ay ya da daha da uzun süre belirti vermeden yaşamasıdır. Yeni siğiller sıklıkla dokuda zaten bulunan virüs nedeniyle oluşur. Bunlar daha önce tedavi edilen siğillerin nüks etmesi değildir. Tekrar siğil çıkan durumlarda aynı yöntemlerle (koterizasyon, cerrahi çıkarma gibi) tedavi edilirler. Nüks durumlarında moral bozukluğu olmasına rağmen hastanın tedavinin sonucuna inanarak "ve mutlaka bu siğillerden kurtulacağını bilerek" ısrarla tedaviye devam etmesi en doğru ve kesin bir yaklaşımdır. Doğru bir tedavi ile genital bölge ile anüs civarında olan siğiller de kolaylıkla yok edilmekte olup bu kondilom olarak isimlendirilen genital siğiller bir süre sonra ısrarlı ve doğru tedavi ile sonuçta bitmektedirler. Verriköz kanser (anüsün dev kondiloması) (Buschke hastalığı) Anal siğilin daha saldırgan tipidir. Uzak organ yayılımı yapmasa da sık tekrar eder ve hızla büyüyerek çok fazla bölgesel doku hasarı yapar, makat görevlerini bozabilir, hasta büyük abdestini tutamaz. Klinik olarak yassı hücreli kanserden ayırt edilemez. Kesin tanı mikroskopik incelemeyle konur. Tedavisi kitlenin geniş cerrahi sağlam cerrahi sınırla çıkarılmasıdır. Ancak hastalık tekrarı sık görüldüğünden hastalar 3-6 aylık sıkı takipte tutulmalıdır. Makat işlevinin bozulduğu durumlarda makatın da çıkarılması ve bağırsağın karna ağızlaştırılarak torba takılması gerekebilir. 
Tedavi
İlk tedavi seçenekleri Nigro protokolü adı verilen ilaç (kemoterapi) ve ışın (radyoterapi) uygulamasıdır. Tümörlerin % 80’den fazlası bu yolla tedavi edilebilir. Tedaviye cevap vermeyen veya tekrar eden hastalıkta radikal cerrahi yani makatla birlikte barsağın alt kısmının çıkarılarak geri kalan bağırsağın karna ağızlaştırılması (abdominoperineal rezeksiyon) gerekir. Kasık bölgesi lenf bezlerinin hastalığa tutulması hastalığın ileri evrede olduğunu gösterir.
- See more at: http://kanser.gov.tr/kanser/kanser-turleri/41-anus-kanseri.html#sthash.mADgSdbT.dpuf

Böbrek Kanseri

bobrekBöbrekler kırmızı-kahverengi renkte ince bir kapsülle örtülü fasulye biçiminde iki organdır. Böbrekler karın üst bölgesinin arka kısmında bulunurlar. Sırt adaleleri ve alt kaburga kemiklerince dış etkilere karşı korunurlar. Böbrekler kandan artık ve zehirli maddeleri, fazla mineralleri ve suyu süzerek vücuttan dışarı çıkarırlar. İdrar böbrekler ile kandan süzülüp oluştuktan sonra üreter olarak adlandırılan içi boş idrar borusu vasıtası ile mesaneye (idrar torbası) ulaşır. Mesanede toplanan idrar üretra adı verilen diğer bir içi boş idrar borusu aracılığıyla vücut dışına atılır.
Böbrek tümörleri iyi huylu ve kötü huylu olmak üzere iki gruba ayrılır. Böbrekte en sık görülen tümör basit böbrek kistleridir. Böbrek kisti iyi huylu bir kitle olup kanserden tamamen farklıdır. Çoğu zaman tesadüfi olarak ortaya çıkan böbrek kistleri insan yaşamını hiçbir zaman tehdit etmez. Böbrek kistleri çoğu zaman tedavi bile gerektirmezler, yalnızca izlemek yeterli olur. Böbrek kanseri (renal hücreli kanser) böbrekten kaynaklanan kötü huylu tümöre verilen isimdir. Renal hücreli kanser en sık rastlanan böbrek kanseri türüdür. Böbrek kanseri genellikle ileri yaşlarda (60 yaş üzeri) ortaya çıkar. Bazı ailesel geçişli türlerinde erken yaşlarda da görülebilir. Erkeklerde kadınlardan daha sık görülür. Erken teşhis edilip cerrahi olarak çıkarılırsa (nefrektomi) tamamen iyileşme şansı çok yüksektir. Kanser büyüdükçe etrafında yer alan lenf bezleri, karaciğer, kalın bağırsak ve pankreasa yayılabilir. Bunun yanında kanser kan ve lenf yolu ile yayılarak vücudun diğer alanlarına (kemik, akciğer) yerleşebilir. Böbrekte daha az sıklıkla da değişici (transisyonel) hücreli tümörler görülür. Değişici hücreli tümörler mesane gibi idrar yollarının diğer kısımlarında da izlenir ve benzer şekilde tedavi edilir. 
Risk Faktörleri :
Diğer pek çok kanser türünde olduğu gibi böbrek kanserinin nedeni de henüz tam olarak aydınlatılamamıştır. Böbrek kanserli hastalarda yapılan çalışmalarda bazı faktörlerin risk oluşturabileceği gösterilmiştir. Yüksek tansiyon (hipertansiyon), aşırı kilolu olmak, uzun süre diyaliz tedavisi görüyor olmak gibi faktörlerin böbrek kanserli hastalarda görülebildiği bildirilmiştir. Böbrek kanseri riski sigara içenlerde içmeyenlere göre iki kat fazladır. Sigara bırakılması ile risk zamanla azalır. Ayrıca ailede böbrek kanserli bir akrabanın olması böbrek kanserine yakalanma riskini artırmaktadır. Mesleksel risk faktörü olarak çelik endüstrisi, kurşun endüstrisi, petrol ve gemi sanayi (asbest) çalışanlarında böbrek kanseri riski artmaktadır. Son olarak yüksek yağ ve kalorili diyet riski artırmaktadır. 
Belirtiler:
Tümör küçükken erken dönemlerinde böbrek kanseri çok belirgin bir şikayete neden olmayabilir. Teşhis edilebilirse hastalık bu dönemde genellikle tedavi edilebilir. Bir başka deyimle erken tanı konulduğunda tedavi hem daha kolay olmakta, hem de kanserden tamamen kurtulma olasılığı artmaktadır. Genelde şikayete neden olduğu zaman tümör çok büyük boyutlara ulaşmıştır ve tümör büyüdükçe ve yayıldıkça tedavi olasılıkları azalmaktadır. Böbrek bölgesinde kitle ve ağrı, kanlı idrar gibi böbrek kanseriyle ilişkili olabilecek şikayetler yanında diğer kanserlerde de gelişebilen iştahsızlık, halsizlik, kilo kaybı, tekrarlayan ateş gibi belirtiler de olabilir. Bu yakınmalar böbrek kanserinin belirtisi olabileceği gibi enfeksiyon gibi başka problemlerden de kaynaklanabilir. Kanser yayılmışsa yayıldığı organla ilgili bulgular görülebilir. Örneğin akciğerlere yayıldıysa öksürük, nefes darlığı olabildiği gibi kemik yayılımı olan hastalarda kemik ağrıları, beyin yayılımı olanlarda baş ağrısı, felç gibi bulgular olabilir.
Tanı:
Tanı sıklıkla başka nedenlerle yapılan radyolojik tarama sonucu tesadüfen böbrek kitlesinin saptanması ile konulmaktadır. Ancak tümörün iyi ya da kötü huylu olduğunu ayırt ettirecek bir yöntem henüz mevcut değildir. Dolayısıyla aksi ispat edilene kadar böbrekte saptanan her kitle kanser kabul edilerek ileri incelemelere gidilmelidir. Nadiren her iki böbrekte birden fazla kitle olarak kendini gösterebilir. Hastanın yakınmaları, öyküsü ve doktorun ilk değerlendirme bulguları daha sonra yapılacak araştırmaları belirlemek için çok önemlidir. Tanıda kan ve idrar tetkikleri yapılabilir. İdrar tetkikinde idrar rengini değiştirmeyecek kadar az miktarda da olsa kırmızı kan hücreleri (alyuvarlar veya eritrositler) saptanabilir. Hastalığın komşu yapılarla ilişkisi ve uzak yayılımını değerlendirmek için tanı anında görüntüleme yöntemleri olarak akciğer grafisi, intravenöz piyelografi (IVP), ultrasonografi, bilgisayarlı tomografi (BT), manyetik rezonans (MR), kemik sintigrafisi, pozitron emisyon tomografisi (PET) yapılabilir.
Tedavi:
Böbrek tümörünün tedavisi hastanın yaşı, genel sağlık durumu ve kanserin yaygınlığına göre düzenlenir. Böbrek kanserlerinde uygulanan çeşitli tedavi yöntemleri vardır. Erken evre kanserlerde tümörün cerrahi olarak çıkarılması altın standarttır. 

Cerrahi: Ameliyat ile böbreğin çıkarılması nefrektomi olarak adlandırılır ve böbrek kanserlerinde standart tedavi yöntemlerindendir. Kanserin evresi, büyüklüğü ve sayısına göre değişmek üzere ya böbrek, böbrek üstü bezi ve etrafındaki tabakaları ile birlikte tamamen çıkartılır (radikal nefrektomi) ya da kısmi olarak yalnızca tümörün çıkarılması (parsiyel nefrektomi) uygulanabilir. Diğer böbrek sağlıklı ise hastalıklı böbreğin alınması hastanın sağlığı açısından her hangi bir sorun yaratmaz. Nefrektomi klasik olarak açık ameliyatla yapılır. Ancak son yıllarda kapalı yöntem denen laparoskopi kullanılarak da nefrektomi yapılabilmektedir. Çıkarılan örnekler patolojik olarak incelenir ve tümörün cinsi, karakteri ve yayılım derecesi belirlenir. Bu, hem tanıyı kesinleştirir hem de yayılım hakkında bilgi verir. Erken evrede kanser böbreği saran kılıf içinde sınırlıdır. Bu durumda başka ek bir tedaviye gerek kalmaz. Eğer tümör böbrek kılıfın dışına çıkmışsa ya da başka yerde de mevcutsa cerrahi sonrası ek bir tedavi gerekecektir. 

Radyoterapi (Işın tedavisi): Vücut dışından gelen yüksek enerjili ışınlar ile kanser hücrelerinin öldürülmesi amaçlanan bir tedavi yöntemidir. Bölgesel bir tedavi yöntemidir. Işın tedavisi böbrek kanseri tedavisinde sınırlı role sahiptir, ilk tedavi olarak önerilmez. İleri böbrek kanserli bazı hastalarda radyoterapi kemik tutulumuna bağlı ağrı gibi diğer bulguları gidermeye yönelik olarak uygulanabilmektedir.
Kemoterapi: kanser hücrelerini öldürmek için kullanılan ilaçlardan bir kısmına verilen isimdir. Tek ilaç veya birkaç ilaç birlikte kullanılır. Böbrek kanserlerinde kemoterapinin etkisi sınırlı ve tartışmalıdır. Yaygın ve uzak yayılımı olan hastalarda kullanılabilir.
Biyolojik Tedavi (immünoterapi): Kansere karşı hastanın bağışıklık sistemini kullanan tedavi yöntemidir. İnterferon ve interlökin-2 adlı ilaçlar dışarıdan vücuda verilmek suretiyle vücudun savunma sisteminin güçlendirilmesi amaçlanmaktadır. Yan etki olarak kas ağrısı, halsizlik, dikkat kaybı, ateş, kusma ve ishale neden olabilir. Hastalar genelde kendilerini çok yorgun hissederler. Bazılarında deri dökülmesi olur. Bu problemler çok ciddi olabilir ama tedavi bitiminde bu etkiler kaybolur. 
 
Hormon Tedavisi: İlerlemiş böbrek kanserlerinde kullanılır. Progesteron böbrek kanserinde en sık kullanılan hormondur. Tedavi edici değil sıklıkla yakınmaları geçici olarak azaltmak için kullanılır. Kilo değişiklikleri, terleme ve su kaybı görülen yan etkilerdir. 

Hedefe Yönelik Tedaviler: Son yıllarda popüler olan bir tedavi yöntemidir. Sadece yaygın böbrek kanserli hastalarda kullanılabilir. Kanserli hücreler özellikle hedef alınmakta ve diğer hücrelere zarar verilmemektedir. Kanser hücresinin büyümesi ve çoğalmasını tetikleyen mekanizmalar vardır. Bu mekanizmaların tamamı bilinmemektedir. Ancak bilindiği kadarı ile kanserleşmeye sebep olan moleküllerin susturulmasına yönelik ilaçlar geliştirilmiştir. Bu moleküller hücre içi haberleşmeden sorumlu sinyal proteinleri ve büyüme faktörleridir. Hedefe yönelik tedavilerden Sunitinib ve Sorafenib dünyada yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu ilaçların etkinliği halen elimizde bulunan ve kullanılan interferon ve interlökin-2 gibi biyolojik ilaçlardan daha iyidir. Ayrıca tümöre özgü yeni küçük damar oluşumunun (anjiogenesis) engellenmesi sağlanarak tümörün öldürülmesi amaçlanmaktadır. Kanserin yaşaması ve büyümesi için yeni damar gelişimi önemlidir. Bevasizumab denilen bir ilaç sayesinde tümörün yeni damar yapması engellenerek beslenme bozukluğu sonucu kanserin küçülebildiği gösterilmiştir. Standart tedavilere cevapsız ve yaşam süresi bakımından ümitsiz hastalarda deneysel tedavi yöntemleri uygulanmaktadır. Aşı tedavisi hastalara tümöre karşı oluşan bağışıklık sistemini uyarıcı bir madde verilmesi esasına dayanan yöntemdir. Yine temelde hasta kişinin bağışıklık sistemini aktif hale getirme prensibi söz konusudur. Ayrıca başka bir kişiden (allojeneik) kemik iliği nakli ile başarı elde edilmiş hastalar vardır. Ancak bu yöntem henüz yaygın kabul ve kullanım alanı bulamamıştır.
Yan Etkiler:
Tedavinin yan etkileri Kanser tedavisinin yan etkileri tedavinin cinsine, süresine ve hasta ile ilgili kişisel faktörlere göre değişir. Nefrektomi büyük bir cerrahi operasyondur. Operasyondan sonra hasta ağrı ve rahatsızlık duyulabilir. Ancak erken evrelerde yakalanan hastalarda tam şifa elde edilebilmesi nedeni ile olası rahatsızlıklar göze alınabilir. Biyolojik tedavinin yan etkileri türüne göre değişir. Bu tedaviler grip benzeri şikayetler, kas ağrısı, halsizlik, dikkat kaybı, ateş, kusma ve ishale neden olabilir. Hastalar genelde kendilerini çok yorgun hissederler. Bu problemler çok ciddi olabilir ama tedavi bitince bu etkiler kaybolur. Kemoterapinin yan etkileri verilen ilaçlara göre değişir. Genelde kanser ilaçları hızla büyüyen kan hücrelerini etkiler ve saç dökülmesine sebep olur. Diğer ciddi yan etkileri arasında halsizlik, yorgunluk, bulantı, kusma, bağışıklık sisteminin bozulması, kan hücreleri üzerine olan yan etkileri sayılabilir. Bazı hastalarda iştahsızlık, bulantı, kusma, ağız yaraları ve tat değişikliği kilo kaybına neden olabilir.
- See more at: http://kanser.gov.tr/kanser/kanser-turleri/42-b%C3%B6brek-kanseri.html#sthash.CWMHJCvG.dpuf